27 Temmuz 2010 Salı

günlük hayatın zorlukları

bizim sitenin adı bizim evimiz sitesi.. taksiye biniyorum tamam sizin eviniz de abla sitenin adı ne diyor, nufüs müdürlüğü'ne gidiyorum, adres soruyorlar söylüyorum, tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlar.. deliricem şu sitenin adı değişsin..
eskiden oturduğum sokağın adı da ressam vecihi bereketoğlu sokak.. hay allaım, hiç bi adres satırına sığmaz, söylesen nefesin yetmez.. öff.. tanımam etmem ne ressammış arkadaş..

22 Temmuz 2010 Perşembe

avrupa yakasında iki gün

iki gündür vezneciler, şişli, çağlayan, mecidiyeköy, beyazıt, unkapanı, cerrahpaşa vb mevkilerde seyahat halindeyim.. masterı bitiricem diye uğraşırken, otobüs numaraları, aktarma durakları gibi konularda da master yapmış oldum.. mezun olmam için gereken 18 maddelik istanbul üniversitesi gerekli koşullar belgesinden bahsetmek istemiyorum.. geçti gitti.. msc olduk ama hayatımızda ne değişti desem, akşamları istediğimi yapma özgürlüğü, kısa bir süre için de olsa.. gelsin hafta içi rakıları, kahveleri..
halkın içine karışmamdan sebep bir görüş paylaşmak isterim, şu geçim kaynağı belirsiz, bedava gözümüze sokulan zaman gazetesi herkesin elinde.. tüm içerik referanduma göre ayarlanmış.. şöyle güzel olacakmış böyle iyi olacakmış vs.. yanımda oturan adamın gazetesinden okuyorum tüm bunları.. 12 eylül kurbanlarının (şehit demeyeceğim) ailelerini bile aramış sayın tayyip.. aaah aah ne devrimci bir yürekmiş başbakanım da biz bilemedik gıymetini.. kahkahalarla gülüyorum artık.. gençlik öfkemizden eser kalmadı.. şimdi sorum şu, madem Deniz'lere bu kadar içi yanmış, ben de kendimce minik bir devrimcilik planlıyorum.. hani taksim meydanındaki anıt var ya.. yanına yaklaşamıyoruz hani, her daim polis barikatları ile çevrili.. ne saçmalıksa bu da!! niye yaklaşamıyoruz sokak ortasındaki anıta anlayamadım.. gidip orada devrim yapacağım.. barikatları yıkıp anıtın dibine çömelip bir sigara yakacağım.. bakalım başıma geleceklerden sonra devletül zinnet beni de gözyaşları içinde bağrına basacak mı? denizlerin ruhuna ELLFATİHAAAA...

28 Haziran 2010 Pazartesi

çok duygulandım lan..

vanya dayı diye bir oyunu vardır çehov un.. yeğeninin yorgun bir akşam tiradı vardır ki şöyle:
“Ne yapalım, yaşamak zorundayız. yaşayacağız vanya dayı. Önümüzde ne uzun günler, ne uzun geceler var daha. Kaderin bize lâyık gördüğü tüm güçlüklere sabırla göğüs gereceğiz. Şimdi olduğu gibi yaşlılığımızda da durup dinlenmeden çalışacağız. Günü, saati gelince de ölüme boyun eğeceğiz. İşte ancak orada, mezarlarımızda, nice acı çektiğimizi, nice gözyaşı döktüğümüzü, nasıl zor bir yaşamımız olduğunu bir bir anlatacağız. Tanrı işte o zaman bize acıyacak.”

benim vanya dayı'yı da, çehov'u da hiç okumamış olan yengem tam olarak aynı paragrafı söylediğinde ona bir kez daha hayran oldum..

16 Haziran 2010 Çarşamba

solum terstir benim

ara sıra alışırma yapıyorum.. sol eli de kullan, sol ayağı da kullan.. şöyle şık bir gol atayım solla :) gol dedim de, gayet içten ve istekli dünya kupası maçlarını izliyorum.. çok da keyifliydi.. hani tez yazıyordun diyenlere duyurulur, sadece 2 tanesini izledik be..
fifa ya mektup,
orangutanlarınıza söyleyin, sahada tükürmek yasaklansın, çüklerini kameraya karşı kurcalamasınlar..milli marş okunurken ya da gol atınca ya da hiç bir zaman ağlamasınlar.. pembe, turuncu vs ibne ayakkabıları giymesinler, adam olsunlar.. sayın seyircilerin o öttürdükleri borular da kıçlarına kaçsın.. evet bu kadar..
ne diyorduk, sol elim evet..
zira sigara içerken bile embesil bir tutuşu var sol elimin.. beni rezil ediyor.. az önce çay alırken elimi yaktım.. bak aklıma geldi, yıllardır sürekli bir yerlerini yakan, kesen, kıran döken sakar kankaya bir sorayım, yahu belki de solak değil kızcağız.. söylemek kimsenin aklına gelmez ki..
neyse, adam dedi ki, bak evi temizleyince ve yemek yapınca mutlu olmuşsun. ulan senin mi mutluluğun sığ, ben mi ifade özürlüyüm? haftalardır yapamadıklarımı yapabildiğim için şükrettim sadece..
ne zamandır satranç oynamıyorum. var mı benimle satranç oynamak isteyen? sol elle ama :)

31 Mayıs 2010 Pazartesi

göz'den düş-er-ler

happiness makes up in height for what it lacks in length - robert frost..
en kısa andır mucize.. buko....
çevirisi çok kötüydü benjamin, okuyamadım seni, beni affet..
yeni bir etek aldım.. yeni bir kitap aldım.. yeni planlar yaptım..
fikir uçuşması psikiyatrik bir belirtidir..
bir tane yapımcı da yaşar kemal in kitaplarından birini dizi yapsa ya.. bir tek bölüm kaçırırsam şerefsizim..

27 Nisan 2010 Salı

mayıs sıkıntısı


ms office, SPSS uzmanı olmak, yine de o belalı tabloyu yapamamak.. her gece rüyanda danışmanını görmek, saatin çalmadan uyanmak.. bloguna iki satır yazı yazamamak.. dışarı çıkarsan vicdan azabından ölmek.. tez nasıl gidiyor diye soranları terslemek.. bütün sülaleye tezinle dert olmak.. zira yarısı ne iş yaptığımı anlayabilmiş değil.. yaza yaza bitiremiyormuşum bir türlü.. aaaaaarrrgggh >:(
bu arada günlük hayatın zorlukları var.. en sevdiğim kalem bütün boyasını notlarıma bırakıveriyor... temizlik personeli masamın, çiçeklerimin ve dosyalarımın kaderine karar veriyor, her sabah bir sürpriz.. kocaman notlar asıyorum psikopatlar gibi: LÜTFEN EKRANIMI SİLMEYİN.... ertesi hafta ekliyorum altına: LÜTFEN KAĞIT HAVLU İLE DE SİLMEYİN.. vs diye.. işe yaramıyor... işe yeni başlayan temizlik personeli duygularını saklayamıyor: "ben de sizi çok sinirli biri sandım" meali: kim bu ruh hastası dedim, normal biriymişsin madem, bildiğimi okurum..
1 mayıs operasyon günü.. 3 mayıs drenler alınacak, 7 mayıs dikişler.. 10 mayıs kongreye son poster gönderi tarihi, 15 mayıs okul gezisi, 25 inde tez teslim, 26-29 kongre, 29-30 sınav gözetmenliği..
izlemeyenler izlesin, güzel filmdir mayıs sıkıntısı..

6 Nisan 2010 Salı

Semmelweis Refleksi

İnsanların bir bilgiyi otomatik olarak (refleks olarak) hiçbir düşünce, tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmelerine Semmelweis Refleksi (Semmelweis Reflex) adı veriliyor. (Bu tanım yazar Robert Anton Wilson tarafından yapılmıştır).

Semmelweis, insanlık uğruna şarlatanlık suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı, görevine son verildi, meslekdaşlarının alay konusu oldu, aşağılandı, ve insanlıktan tamamıyla umudunu kesmiş olarak bir akıl hastanesinde hayata veda etti.

“Hijyen İstedi, Meslekten Men Edildi”
Dr. Phillippe Ignace Semmelweis, yaklaşık 150 yıl önce, çalıştığı hastanede, ebelerin yaptırdığı doğumlarda anne ölümlerinin, doktor veya tıp öğrencileri tarafından gerçekleştirilenlere göre çok düşük olduğunu fark etti. Bunun nedenini doktorların otopsi sonrası ellerini yıkamadan doğrudan doğumlara girmesine bağlayan Semmelweis, kliniğinde sıkı bir el yıkama uygulaması başlattı.

Anne ölüm oranını, 3 haftada yüzde 22’den yüzde 3’e düşürmeyi başaran Semmelweis’in el yıkama önerisini hekimlik için onur kırıcı bulan Viyana Tabip Odası, onu meslekten men etti. Semmelweis, yoksulluk içinde bir akıl hastanesinde yaşamını yitirdi.

Macar Ignaz Philipp Semmelweis (1818-1865), Budinde doğdu. Alman asıllı mütevazı gelir düzeyindeki bir ailenin beşinci çocuğuydu. Babasının kendisini bir avukat olarak görme isteğine karşın tıp bilimine meraklıydı ve Viyana Tıp Fakültesinde tıp öğrenimini tamamlayarak kadın doğum uzmanı oldu. O devirde kadın ve çocuk sağlığıyla haşır neşir olmak pek fazla tercih edilmeyen bir meslekti.

Tıp tarihi 1847 yılında doğumda el hijyeninin önemini vurgulayan ve yöntem olarak yerleştiren Semmelweis ı tıpta el hijyenini vurgulayan ilk kişi olarak anmaktadır.

Semmelweis henüz 28 yaşında genç bir asistan iken bu açıklamaları yapmıştı. Ancak bu sıralarda, Macaristanın 1849daki Avusturyalılara yönelik başarısız devrim girişimi, Viyanalı doktorların Macar meslekdaşlarına karşı yersiz bir milliyetçilik duygusu beslemelerine yol açmıştı. Semmelweis kutlama beklerken, aşağılanma bulmuştu. Hastane yönetimi tarafından sözleşmesi sona erdirildiği gibi, başlattığı el yıkama uygulamasından da vazgeçiliyordu.

Ancak bunu izleyen dönem Semmelweis için tam bir karabasan halinde geçti. Bir yandan döneminin geçerli tıbbi paradigmasına karşı çıkışı, ama öte yandan da bu karşı çıkışının gerekçelerini açıklayamıyor oluşu, Onu katlanılması güç bir duruma sürüklemişti. Viyanadan ayrılıp Budapeşteye döndü ve kendini hemen tümüyle dirençle karşılaşan kuramını bir kitap halinde yazmaya verdi. Loğusa Hummasının Nedenleri ve Önlenmesi başlıklı kitabı 1861 de yayınlandı, ama ikna edici bulunmadı. Artık öteki meslekdaşlarının "Nerede hani, senin o mini yaratıkların ?" biçiminde alaylarına maruz kalıyordu. Bir süre sonra bu durumun çığırından çıktığı ve Semmelweisin ruh sağlığının da giderek bozulduğu, Viyanaya geldiği bir dönemde arkadaşları tarafından akıl hastanesine yatırıldığı bilinmektedir. Ancak kendi ölümünün de loğusa humması olan bir hastasıyla çalışırken yaralanması sonrasında, açıklanması için savaştığı bu hastalık nedeniyle kaldırıldığı akıl hastanesinde meydana gelmesi tuhaf bir rastlantı kabul edilir.

Daha sonraları, önce İngilterede Listerin, hemen ardından Fransada Pastörün zafer kazanan antisepsi ilkesine yönelik açıklamalarıyla haklılığı anlaşılacaktı.

Evet, 1865te ölen Semmelweis yenik düşmüştü, teorisini kanıtlayamamıştı ama kazanan onun hastaları olan yoksul anne adayları olmuştu.